Yazdıkları tiyatro oyunu, bir kadının ölümüne yol açmıştı. Gerçek ve hatta dolu dahi olmaması gereken silah tiyatro sahnesine girmiş, oyunun bir parçası olmuştu. Patlama sesi, yağmurun suda bıraktığı dalgalar gibi sonsuz bir döngüyle salınıyordu çevresinde. Neler olduğunu anlamak için sahneye koşmuş, yerde yatan bedeni görünce o da kaçmıştı diğer herkesle birlikte. Taksiye atlamış, huzursuzluğuyla yarı yolda inmiş, geri kalan yolu da ormanın içinden düşe kalka koşarak geçmişti. Onu bulmak için oradaydı. Üstü başı çamur içinde, yanan şöminenin dibinde oturuyordu şimdi. Şöminenin ateşi yanaklarından akan gözyaşlarını parlatıyor, kasılmış ifadesini daha da ürkütücü bir forma sokuyordu. Yavuz, yitmişti.
Gözü, Homer’ın onu asla içeri sokmadığı odasına takıldı. Başını iki yana sallarken önüne döndü. Akıl hocasına ihanet edemezdi. Sakince ayağa kalktı. KollarınI heykel gibi iki yanından sarkıttı. Ellerini sıkıp gevşetiyor, sanki bir şeyin varlığını hissetmek istercesine tırnaklarını avuçlarına batırıyordu.
Kapının ahşap işlemeli kolunu hafifçe indirdi. İleriye doğru itti. Kulübenin içi gıcırtıyla doldu. Odada bir pencere dahi yoktu. Köşede üstü kağıtlar ve kitaplarla dolu masa vardı. Boşta kalan her duvarı kütüphaneydi. Raflar o kadar çok dolmuştu ki yerlerde kitaptan dağlar oluşmuştu.
Yavuz, çalışma masasına yaklaşıp çekmeceleri açmaya başladı. Ne bulması gerektiğinin belirsizliği ile bulacağı herhangi bir şeyin heyecanı arasında debelenip duruyordu. En alt çekmecede bir silah gördü. Sanki birisi tarafından izleniliyormuşçasına kapıya baktı. Kimse yoktu. Hiç düşünmeden alıp pantolonunun kemerine sıkıştırdı.
Çekmeceyi kapatacağı sırada bazı kağıtlar dikkatini çekti. Bir çocuk tarafından çizilmiş çeşitli resimlerdi bunlar. Çizimlerden birisinin arkasına zımbalanmış gazete haberini gördü. Aile Trajedisi, diyordu haberin başlığı.
Dün gece saat üç sularında H. Y. (25), içerisinde çocukları B.Y. (5) ve Z. Y. (1) ile araçla köprüden geçişi sırasında kanala uçtu. Yapılan araştırmalarda anne H. Y. ve 5 yaşındaki kızı B. Y.’nin bedenleri olayın gerçekleştiği yerden üç kilometre ötede bulundu. Z. Y.’ye dair arama çalışmaları halen devam ediyor. Henüz kurtarılan olmazken yetkililer, olayın sebebini öğrenmek için harekete geçti.
Haberdeki eskimiş fotoğraf neşe dolu küçük bir kızın suratıydı. Her şeyi çekmeceye geri soktu. Titreyen elleriyle kapattıktan sonra ayağa kalktı. Sanki çevresinde her şey bir kurguydu. Şimdi ise o kurgunun parçalanan duvarları içerisinde yaşam savaşı vermeye çalışıyordu.
Odada dolaşırken gözü, iki kütüphanenin kesiştiği noktada duran sandığa takıldı. Üzerindeki kitapları bir kenara fırlattıktan sonra kapağını açtı. İçi müsvedde kağıtlarla doluydu. Elini sokup karıştırmaya başladı. Sert bir cisme temas ettiğinde duraksadı. Üstte kalan ne varsa hepsini alıp dışarı çıkardı.
Spirallenip kapaklanmış büyük defterler sandığın dibine özenle yerleştirilmişti. Homer’ın el yazısını taşıyorlardı. Sayfalardan rastgele bir tanesini açtı. Senaryoydu bunlar. Yavuz, hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geri bıraktı. Bir tane daha çekip çıkardı. Diğerlerine göre oldukça kısaydı. İlk sayfasını açtı. Aile Trajedisi, yazıyordu sayfanın başında.
Homer’ın bir dönem gazetecilik yaptığını ve hatta kendi ailesinin haberini yazmış olduğunu düşündü. Çok fazla değil, birkaç dakika sonra, Yavuz sayfaları okumayı bitirdiğinde Homer’ın haberi değil, kaderi yazdığını anlayacaktı.
Elindeki senaryoyu kenara fırlatıp başka bir tane aldı. Kayıp, yazıyordu bunun başlığında da. Ve ana kahramanı Yavuz isminde bir adamdı.
Neden bunu yapmamı istiyorsun? Yani… Ben de yazmak istiyorum.
Senaryoda söylediği ilk cümle buydu Yavuz’un. Tıpkı buraya geldiği ilk gün, her şeyin başladığı o ilk an gibi. Daha da ilerilere gitti.
“İş bittiğinde de yazar kısımda sadece benim adım olacak, öyle mi? Buna inanmayı çok isterim.”
“İnan o halde.”
Yutkundu.
“Sana nasıl yardımcı olabilirim evladım?”
“Aslında küçük bir kanca alacaktım. Arkası yapışkanlı olanlardan.”
Yavuz, her şeyi şimdi anlayabiliyordu.
Arkasında bir tıkırtı duydu. Başını çevirdiğinde Homer, ıslak montuyla birlikte kapıdaydı. Odasındaki dağınıklığa kısa bir göz attıktan sonra bakışları, Yavuz’un üzerinde durdu.
“Ne yaptın sen Yavuz?”
Delicesine atan kalbinin korkusunu gizleyerek elindeki kağıtlarla ayağa kalktı.
“Bunlar ne?” diye sordu titreyen sesiyle.
“Yazılarım.” Tüm olanlara karşın ölümcül bir sakinliği vardı.
“Hayır. Bunlar yaşam. Bunlar birilerinin hayatı. Ve bunları sen mi yazıyorsun?”
“Açıklayabilirim.”
“Hangisini? Hayatımı mahvettiğin kısmı mı, yoksa kendi eşini ve iki çocuğunu öldürdüğün kısmı mı? Tiyatroda olanlardan bahsetmiyorum bile!”
“İnan bana.” dedi elini ortamı sakinleştirmek istercesine hafifçe sallarken. “Tüm bunların mantıklı bir açıklaması var.” Odanın içine doğru bir adım attı.
Yavuz, beline sıkıştırdığı sertliği hatırlayarak silahı çekti. “Kıpırdama!” diye bağırdı.
Bir adım geri çekildi. “Saçma bir şey yapma. Konuşup halledebiliriz.”
“Kes şunu. Kes! Yaptığın her şey normalmiş gibi açıklaması olduğunu söyleme!”
“Yapabildiğim tek şey bu.” dedi, Yavuz’un yüzünden akan yaşlara inat kupkuru gözlerle. “Yazmak. Tek tutkum. Ve hayatını adadığın tek şeyin sana ve çevrene zarardan başka bir şey vermediğini bilmenin ne kadar zor olduğunu anlayamazsın? Bu kağıt ve kalem olmasaydı, ben bir hiç olurdum. Sanki varolmamışım, bu varoluşun bir sebebi yokmuş gibi. Ama ben buradayım. Bu dünyadayım ve kendimi kanıtlayabildiğim tek konu bu.” Durdu. Konuşması nefesini kesmişti. Gözlüğünü çıkarıp gömleğine sildi. “Bu durumu ilk önce Hozer fark etti. Eşim. Yazdıklarımın gerçeğe dönüştüğünü. İlk başta bu ona çekici gelmişti. Güzel şeyler yazıyordum. Sonra Hozer, kuruntulara kapılmaya başladı. Ya onun hayatını da ben kontrol ediyorduysam? Ya aslında bana aşık değildiyse? Çocuklarımız bile aslında varolmayabilirdi.” Tahta döşemeler üzerinde kıpır kıpırdı gözleri. Kapının pervazına dayandı. Yorgundu. “Hozer bu fikirlere sahipken zamanla bu fikirler ona sahip olmaya başladı. Odama giriyor, yazdıklarımı karıştırıyor, geçmişe dair bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Söylediğim en ufak bir sözden nem kapıyordu. Hatta öyle ki belki ben ona söyletiyorumdur diye ağzını açıp tek kelime dahi etmemeye başladı.” Yavuz’a baktı. “Bir mükafat gibi görünen yeteneğin bir anda cehennemime döndüğünü görmüyor musun? Bir gece çok ciddi bir kavga ettik. Bardağı taşıran son damlaydı. Çok sinirlendim. Çünkü başka birisiyle görüştüğünü öğrenmiştim. Yavaş yavaş beni terk etmeyi planlıyordu. Ama Hozer asla böyle biri değildi. Sadece ona yaptırmayacağım şeylerin peşinden gitmeye çalışıyordu. Bunu yıllar sonra daha iyi görebildim. Şimdiki aklım olsaydı gitmesine izin verir miydim sanıyorsun?
“O gece kapıyı çarpıp gitti. Delirmek üzereydim. O herife gittiğini düşündüm. Üstelik yanında çocuklarım da vardı. Belki de o adamı benden daha çok seveceklerdi. Kendi kurduğum ailemin başka bir ailesi olacaktı. Öfke içinde çalışma masama oturdum ve yazdım. Hayatımda o an ağladığım kadar hiçbir zaman ağlamamıştım. Kendi karımın sonunu yazıyordum. Yazdım, yazdım ve yazdım. Onlarca son yazdım. Öyle odaklanmıştım ki o kadar uğraşmama gerek olmadığını ertesi sabah anladım. O köprüden geçeceğini biliyordum. Hep geçerdi. Altından akan suyun sesini ve nehrin çevresinde toprak renklerini alan ağaç yapraklarını izlemeyi severdi. Sonunu da o köprüde buldu”
Yavuz, silahı doğrultmaya devam ediyordu ancak bilinçsizdi. Tüm dikkati Homer’ın kelimelerindeydi.
“Peki ya çocukların?”
“Çocuklarımı düşünmemiştim bile. Sadece karım. Ancak kader, yanındakileri de kapsıyordu sanırım.”
“Birinin bedeni bulunamamış.” dedi sesi titrerken.
“Evet. Kendimi toparlamam uzun sürdü ama sonunda seni bulma cesaretini gösterebildim.”
“Hastasın sen. Benim senin oğlun olabileceğimi sanacak kadar hastasın.”
“Lütfen bana yalan söyleme. Bu yazma tutkusunu sen de hissediyorsun. Damarlarında kanım dolaşıyor. Ait olduğun yer burası ve ben önümüze çıkan her engeli kaldırmak zorundaydım.”
“Sen manyak bir sosyopattan başka bir şey değilsin. Yaptığın tek şey tanrıcılık oynayıp insanların hayatlarına acı ve sefalet getirmek. Benden ne istiyordun? Hayatında bir kez olsun bir şeyi düzgün yürütebilirdin. Tüm bu şarlatanlığa ve cinayetlerine bir son verebilirdin.”
“Bana sadece biri lazımdı Yavuz. Sadece bir insan. Senden öncekiler de oldu ama sen hayatımın şansıydın…”
“Kapa çeneni!” diye bağırdı. Bir adım daha yaklaşmış, silahı Homer’ın yüzüne doğrultmuştu. “Tek bir kelime daha edersen o yüzünü dağıtırım.”
“Ailen sadece aramıza giren yüklerdi benim için. Bunu söylediğim için üzgünüm. Ama artık yalan söylemekten ve kendimi saklamaktan sıkıldım.”
Yavuz, titreyen eliyle büyük bir çığlık attı ve tetiği defalarca çekti.
Hiçbir şey olmadı. Yüzü, tek parça halinde karşısında durmaya devam ediyordu.
“Silah dolu değil.”
Gözü dönmüş bir şekilde silahın kabzasını Homer’ın yüzüne vurdu. Homer, acı bir inlemeyle geriye savrulurken elini burnuna götürdü.
“Bunu beklemiyordum.” dedi yerden kalkmak için doğrulduğunda.
Yakasından tutup kaldırdı. Kafasını yüzüne geçirdi. Krem rengi koltuğa kan lekesi bulaştı.
“Ayağa kalk ve karşılık ver adi şerefsiz!”
“Eğer izin verirsen yapacağım.”
“Seni öldüreceğim. Her bir parçanı köpeklere yedirip onların da dışkılarını gömüp mezartaşını oraya dikeceğim.”
Homer ileriye atılıp Yavuz’un kolunu tuttuğu gibi çevirdi. Bedenini duvara sertçe yapıştırırken kulağına güldü. “Dikkatinin dağılmasına izin veriyorsun. Hadi! Beynini farklı işkence şekillerine yoracağına beni nasıl alt edeceksin onu düşün. Çünkü…” duvarla arasında kıpırdanan Yavuz’u daha da bastırdı. “…çünkü görünüyor ki bu konuda oldukça berbatsın.”
Kendini geriye çekti. Yavuz da hemen duvardan ayrılıp bir adım yana kaydı.
“Bu işten zevk alıyorum.” dedi Homer. Kollarını iki yana açmış, ruhunu teslim etmek üzere olan İsa gibiydi. “Tanrıcılık oynamaktan ve insanların kaderini yazmaktan zevk alıyorum.”
Yavuz genişleyen burun delikleri ve bir boğanın nefretini andıran öfkesiyle üzerine atıldı. Yerde bir süre debelendiler. O ise sadece gülüyordu.
“İnsanlara acı çektirmeyi seviyorum.” Yavuz’un yumruğu gözüne geldi. “Tıpkı ailene ve kız arkadaşına yaptığım gibi.”
Şöminenin yanında duran demir çubuğu aldı. İki eliyle havaya kaldırıp altında gülümseyerek yatmakta olan Homer’ın göğsüne defalarca sapladı. Kan Yavuz’u baştan aşağıya kaplamıştı.
Demir kokusu burnunun direğini sızlatırken çubuğu son kez Homer’a saplayıp bıraktı. Sırtını koltuğa dayadı. Şöminenin sıcaklığı sol yanındaydı. Hareketsiz bedeni, yerle bütünleşmiş gibi öylece duruyordu. Göğsü yarılmış, organları dışarı çıkmıştı. Nihayet. Tanrı ölmüştü.
Yavuz, parmaklarından damlayan kana baktı. Ne kadar süre öyle oturduğunu bilmiyordu. Olduğu yerde doğruldu. Homer’a yaklaşıp açık gözlerini kapattı. Kanlı parmakları yüzünde izler bırakmıştı.
Başını kulübenin kapısına çevirdi. Polise gidip teslim olmalı, cinayeti itiraf etmeli ve belki de nefsi müdafa olduğunu söyleyip kurtulmaya çalışmalıydı.
Gözü, Homer’ın odasının önünde duran silaha takıldı. Yavaşça ayağa kalktı. Basmamaya dikkat ederek üzerinden geçti. Eğilip silahı yerden aldı. Sakince, çenesinin altına yerleştirdi. Ertesi sabah gazeteler, ormanın ortasındaki bir kulübede bulunan iki erkeğin cesedini yazacaktı.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
BeğenLiked by 1 kişi
@hhermine devamını heyecanla bekliyoruz
BeğenBeğen