Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

BURÇAK

“Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum!
Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda!
Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında! “ diyor Erdem BAYAZIT…

Yıllar önce bu topraklara atılan bir tohummuşum. Toprak altında gizlenmişim bir müddet. Yavaş yavaş, zaman aktıkça; suyuma toprağıma doydukça; kabuğumu çatlaşmışım. Boy vermeye koyulmuş yolum. Sevdalı deli başımı, bu sefer göğe güneşe çevirmişim. Yavaş yavaş yeşerip, boy vermeye başladığım; vurgun olduğum göğün güneşin yanısıra; karanlıktan, mahzenimden sıyrılıp geldiğim bu dünyada; rüzgarın, soğuğun da varlığını öğrenmişim, ayazında.

Dal verip, kök salarken yurdum sandığım bu dünyada, gün gelmiş cemreye gülmüş, çiçek açmış; gün gelmiş hazana ağlamış, yaprağımı dökmüşüm. Şimdi neresindeyim bu yolun diye çok düşünürüm. Ne kadar yol geldim, ne kadar yolum var. Bilemiyorum.

Ben bir buğday tanesi olsam, sapa yeni kalktığım bir vakitteyim derdim kendime. Yapraklarımın iyice dikleştiği, boynuma düğümlerin yerleşmeye başladığı, son yaprağımın yakacığının belirdiği bir vakitteyim; ufaktan başaklarım doğuyor derdim.Ufak ufak döşediğim motiflerimle, öğretilerimle yeni yeni ağırlaşıyor, doluyorum derdim.

Halı-kilim dokumayı, örgü örmeyi, işleme yapmayı annemden öğrendim 6 yaşında.Yavaş yavaş öğretirdi. Sabırla. Yapamayınca kızmazdı. Söker tekrar yaptırırdı. Kızardım “Olmuyor.” derdim. “Olur, bir olmaz, iki olmaz. Yapa boza olacak.” derdi. Aslında o ayağa kalkmaya çalışan başağa, bir yandan destek oluyormuş annem. Derinlerde bir yerde dolduruyormuş. Her motifle bir mutluluk, her motifle bir acıyı yüklüyormuş bünyesine.

Erdem Beyazıt Biraz Yorgunum şiirinde;

“Hiç bilmiyorum! Hayat taviz vermediği hızı ve kavgasıyla akıp gidiyor!” diyor ya. Zaman akıp giderken; takvimler dönerken; heybemize aldığımız her güzel gün, her güzel insan bizlere kâr iken; bu boşvermişliği nedendir İNSANOĞLUNUN?

Sağlıcakla kalın, var olun ey ehl-i 🌍. Sağlıcakla…

Reklam
Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

VEDA 22’

Yunus abinin de dediği gibi; “ Vah dervişim yollar taş, fallar boş, işler yaş… Sallanıyor tepede geçmişin kopardığı onca kesik baş. Sen sarhoş, ben geçmiş. Kim bulmuş, kim ermiş. Gönül sualler ile taştı doldu.”

Gönlümüz sualler ile, gözlerimiz yaş ile doldu taştı bugünlerde. Her gönül bir dostu arar oldu. Merhem olunacak yaralar birer birer açıldı sinelerde. Zihinlerimiz kuruldu birer saat gibi hasretle. Boğazı düğüm düğüm bir başı sınuğum. Soruyorum size. Saat kaç efendim?

Saatiniz şuan kaç; kaçta okuyor ya da dinliyorsunuz beni bilmiyorum. Ama saat kaç olursa olsun şunu biliyorum. Bir, iki, üç. Tıp. Sustuk, sustuk, sustuk, konuştuk. Konuştuk, konuştuk, konuştuk ama hep sustuk. Konuşa konuşa harcadık. Susa susa tükettik. Bir sessizlik dehlizine tutsak olduk. Tüketiyoruz ömürlerimizi, zamanımızı, hevesimizi, nefesimizi.

Tesadüfün işi yoktur ya. Düşürdü yine aklıma Nikos Kazancakis’in Zorba’sında geçen o kesiti. “ Ya bize akıl versin, yada ameliyat etsin bizi. Yoksa sen beni dinle patron, halimiz haraptır.”

Hayatımız bir saklambaç, bizler ise bu oyunda ebe. Sabırla, inatla ilerlediğimiz bu yolda tek tek bulmaya çalışıyoruz saklı kalan yanlarımızı, bize yakışanları, ihtiyacımız olanları, bizi büyütecekleri. Kimi zaman bulmaktan korkuyor, kimi zaman ise cesurca ortaya koyuyoruz hislerimizi. Kimi zaman yılgınız bu oyunda, kimi zaman ise inançlı. Peki neden bir yanımız inanç ile sarılırken, diğer yanımız yorgun düşüyor? Hiç düşündünüz mü?

Ben düşündüm. Aynı çağında aynıları yaşayıp, aynıları düşünüyoruz. Kelimelerin ağırlığını, cümlelerin derinliğini sorgulamıyoruz. Hatta bir kitaba, bir şarkıya değerde vermiyoruz. Ta ki düş kırıklıklarımıza kadar. Ne zaman ki yara alıyoruz, o vakit hatırlıyoruz. Büyüyoruz. Sahi gerçekten yaşıyor muyuz? Yaşıyor isek, ben size rastlamadım.

Gözler nemlenip, günler akıp giderken, içimizdeki sessizlik çığ gibi büyürken, her şeyden bir haber tükenip gidiyor ömrümüz. Halil ECER’in dediği gibi; “ Hepimizi var eden, birazda anlatamadıklarımızdır.Anlatacağımız yerden kırılıyoruz. İnsana anlatamadıklarını kara toprağa anlatacak bazı insanlar. Hiçbir yokluk bu kadar acı vermeyecek. “ diyor ya.

Çok doğru değil mi? Derdimizi, neşemizi, özlemimizi; biçare gönlümüz ile birlikte dillendirmeden , birbirimize anlatıyoruz. Ne bir omuz, ne bir dost eli. Yoksunluğu yaşıyoruz. Tükettik, harcadık. Hatta yaşamıyoruz. Dünya bir kabristan. Gönlümüzce, yalınca, hasret çekiyoruz.

Radyonun sesini açtım. Kulak verin sözlere. “ Dövün giden, dövün eziyetine Çare de senden, gam da senden.”

Merhem olun kendinize. Vesselam. Sağlıcakla kalın ey ehl-i 🌍. Sağlıcakla…

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

GURBET

Üzerimizi örten gök ile, döşeğimiz olan yer arasındaki dünya; beşeriyetin gurbeti oldu. Burnumuzda kâlû beladan bu yana bir sıla kokusu. Gönlümüzde yatan, gözümüzü yaşartan hasret ise ahiret yurdu.

Hakikati delalet, delaleti hakikat sandık. Kör vicdanlarımız ile kabullendik. Yaşamayı sadece nefes almaktan ibaret sandık. Sırtımızın kamburunu, yüzümüzün kırışıklığını ise derslerimizden tecrübe. Yaşımıza aldandık. Aslında yalın bir yalnızlıktaydık da farkına bile varmadık. Ömrümüzü savurduk bahtımızın rüzgarına. Tıpkı insanlık gibi, yarısı aydınlık yarısı karanlık gölgelerimiz boyumuzu; haddimiz hududumuzu çoktan aştı.

Diyor ya Haydar ERGÜLEN şiirinde “Biz çok yalnızdık.” diye. Hayır. Hayır, hayır. Biz çok kalabalıktık. İhtiraslarımızla kalabalıktık. Hırslarımızla kalabalıktık. Soluk almadan, iliklerimize kadar hissetmeden koşar adımlarla kötülüğe ilerleyişimiz ile kalabalıktık. Çoraklaşan gönüllerimiz, kuruyan göz pınarlarımız ile; dert edinmeyen, ders almayan o bomboş zihimlerimiz ile kalabalıktık. Sancısız, anlamsız yolculuğumuzdan; beyhude uğraşlarımızdan kalabalıktık.

Durmamız gereken eşiği kaçırdık. Kulağımızı ruhumuza tıkadık. Nefessiz, kör kilitli kafeslerde kaldık. “Ben beni tanımam kaldırımlarda.” mısrasının özeti sanki ömürlerimiz. Alaca atlarımız ufkumuzdan yönünü çevirdi. Kendimizi tanıyamadık.

DİLEK TUTTUM OKUNSUN!

Yüreği güzel, merhameti bol olan; nanköre duvar, mazluma rahmet yağmuru olsun. Gönüller bir, neşe her evin aşı ekmeği olsun. İnsan insana kurt değil, yurt olsun. Dünya bize vatan değil, bir tren bileti olsun. Yolumuz hayra, işimiz hayra varsında “AHIM ARŞA DOKUNSUN.”

Vesselam.

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

ARAYIŞ

‘’ Bir fırtına tuttu bizi, Deryaya kardı.O bizim kavuşmalarımız, Mahşere kaldı…’’

İnsan ne ile yaşar, ne ile yaşamaz diye düşünürüz ya bazen. İnsan nelere alışır, nelere dayanamaz? Tam o vakit Şeker Portakalı kitabından bir kesit düşer aklıma.

“Zeze : Acılarım kaç gün sürecek Portuga ? Portuga : En fazla 40 gün. Zeze : 40 gün sonra geçecek mi? Portuga : Hayır, alışacaksın.” diyor ya kitapta.

Ademoğlu var oldukça, nefes aldıkça, yerinden kalkıp adım attıkça her şeye alışır. Her şeyle yaşar. Acıyla da, tatlıyla da. Kalabalık, yalnızlıkla da.

Mevlana der ya; “. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar.Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur…”Düşmem” dersin düşersin, “Şaşmam” dersin şaşarsın.En garibi de budur ya; “Öldüm” der durur, yine de yaşarsın.

Dünya sadece güzelden mi ibarettir? Değildir elbette. Gözyaşının yeri hayatımızda nerededir, hatanın yeri nerede ? İnsan var oldukça, hep bir arayış içerisinde. Kendinin, evrenin, dünyanın, hatta tanrının bile arayışı içerisinde.

Seyyidhan Kömürcü İnsan şiirinde ‘’Sanki kuyumu beğenmeye geldim.’’ şeklinde seslenir ya bizlere.

İnsan sürekli bir mutlak arayışında. Hep bir son peşinde. Oysa fani olan insan, nasıl mutlak bir duruma erişir? Hepimiz biliriz. Fani olan, gelip geçicidir.Fani insan nasıl bir mutlağa vakıf olur?

Sorunun cevabı net. Olmaz,olamaz . Bir konaklık zaman değil miydi dünya insana. Dünya yurdu gelip geçici değil miydi? Ömür dediğin bir ezan ile bir sela arası değil mi?Ölüm dahi bir mutlak son değil, ahiret yurdu var iken.

Neyin kaygısındayız, nelerin kavgasında.Bugün güzel olan yarın çirkin iken, bu ciddiye almalar niye? Belki bu gece ömrünüzün son gecesi iken, bu uyuklamalar boşa.Aldığınız nefes, gördüğünüz gün belki son iken, yüzünüzdeki acı yerini tatlı bir tebessüme bırakacak iken bu tasalanma niye.

İnsan ne yaparsa yapsın mutlak bir sona ulaşamaz. Her zaman iyi olamaz. Her zaman sağlıklı olamaz. Her şeyin zıttı ile anlam bulduğu bu dünyada ne iyilik mutlak, ne de kötülük.

Siz siz olun bugününüzü iyi değerlendirin. Mutlak arayışı içinde ömrünüzü heba etmeyin. Yürüdüğünüz yolu, kucakladığınız günü ziyan etmeyin. Vardır her işte bir hayır diyerek maddenin içindeki manayı keşfedin. Zihninizi yormayın, yüzünüzü soldurmayın. Gönlünüzü gamlandırmayın. Kıymet verip, vefayı ilke edinin. Rastlantılarınızı , olanlarınızı, olmayanlarınızı, eğrinizi,doğrunuzu sevin. Şimdi bir derin nefes alın ve mutlağı olmayan bu yolda devam edin vesselam.

Sağlıcakla kalın, varolun ey ehl-i dünya. Sağlıcakla…

Yazı kategorisi: OKU, İnsan

BOZKIR

Dağ,taş ve güneşin kavurup ısıttığı sapsarı toprak.

Üzerini örten, uçsuz bucaksız masmavi ipek örtüsüyle gökyüzü.

Bizler ise yer ile gök aradındaki beşeriyet.

Bu koskoca sonsuzlukta kendini yitirmiş, göğüslerinde kör kilitli kafesler barındıran eşref-i mahlukatız.

Yaramız sözlerimizde gizli.

Dilimizden dökülüp, gönül nehrinin aynasından yansımayı bekler.

Biz değil miydik yaratılmışların en şereflisi?

Biz değil miydik en güzel surette yaratılan?

Gönlümde büyüyen alev topunun tarifi yok.

Esfeli safiline düşen insanoğlunun yarasına bir merhem yok.

Dünya küçücük, zihnimizin sonu yok ise de; akıl etmediğimiz günümüz çok.

Ağlanacak onca derdimiz var iken; göz pınarlarımızda bir damla göz yaşı yok.

Yüreklerimiz merhametten yoksun çorak bir vadi sanki.

Hepimiz yılgınız, hepimiz kırgın.

Ders bilen, dert edinen ince ruhlara selam olsun.

Hak sahibi, her şeye vekil ve kaviyy olan Allah yar ve yardımcınız olsun.

Ömrünüz hayırlı, yolunuz aydınlık, haneniz huzur dolu, sofranız bereketli olsun.

Yüreğinize gam, başınıza elem ilişmesin.

Bugününüz güzel yarınlara ersin.

Sağlıcakla kalın, varolun ey ehl-i dünya. Sağlıcakla…

Yazı kategorisi: Genel, OKU, İnsan

ESKİ

Bezm kelimesi “ Sohbet meclisi” anlamına gelir. 15 Mayıs 2021’den bu yana, yazılarımda, sizler ile birlikte kurduğumuz sohbet meclisinin bir örneği aslında. Nicesine. İyiki varsınız dostlar. Vesselam

Her şey eski. Burası dünya. Üç günlük. Doğduk, büyüdük ve öldük. Burası dünya. Her şeyin geldiği, geldiği gibi geçip gittiği bir konaklık zaman insana.

Mustafa KUTLU’nun Uzun Hikayesinden;

– “Kızken kaçtın geldin bana. Mantonun pembesi soldu, hâlâ da aynı ayakkabı. Alamadım ki sana şöyle her şeyin iyisinden.“

+ “ Ayakkabılar eskir be Ali’m, her şey eskir. Bak sen hala sevdiğim adamsın, sen eskime…”

Eskir mi her şey? Anlamsızlaşır mı? Yitip gider mi? Ruhlarımız Kalü-Beladan bu yana eskiyor mu mesela? Tasavvuf ehli insanın acı çekmesini bu duruma yorar. Ruhun Kalü-Beladan ayrılıp, dünyaya varmasına. “Elesti bi Rabbiküm” sorusuna cevap verip, Rabbimiz ile kavilleştiğimiz günden bu yana ruhlarımız o büyük günü bekliyor. Her biri zamanını mı eskitiyor?

Nefesi, yolları, ömrü; hatta her şey eskir gibi gelir insana. Aslında eskidiğini sandığınız yerlerden dallanan yeniden büyüyen bir çınarsınız. Yürüdüğünüz yol nefesinizi tüketsede, sizi büyütüyor. Ham meyve iken kekremsi tadınızdan kurtuluyorsunuz. Tırtılken kelebek oluyorsunuz. Dallarınız budandıkça daha da gürleşip koca bir ağaç oluyorsunuz gölgesinde soluklanan, bunalıp yorulana soluk olan.

Bu yazıyı okuyan kıymetli dostum. Hiçbir şey eskimez. Eskidiğini düşündüğünüz her şey aslında sizin emek verdiğiniz, hayalini kurduğunuzdur. Her düşen takvim yaprağı, yolunuzun bir adımıdır.

Duam o dur ki;

Kanatlarınızın kırılmadığı, özgürce uçtuğunuz; umudunuzun çoşkun akan nehirler gibi dolup taştığı; değil namerde merde bile muhtaç olmadığınız; kulların insafına, eline kalmadığınız; vefa kadir kıymet bilen gönüllere düştüğünüz; kırılan dallarınızdan nice dallar yeşerttiğiniz;yedi bucak kök saldığınız; yürüdüğünüz menzillere tezce vardığınız; boyunuz boyluca, soyunuz soyluca; haneniz şen; ömrünüz hayırlı, bereketli ve uzun olur.

Sağlıcakla kalın, varolun ey ehl-i dünya. Sağlıcakla…

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

ÖKSE OTU

“Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum,
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç…”

Yavuz Bülent Bakiler-Anadolu

Ökse Otunu bilir misiniz ? Birçoğumuz aslında isim olarak bilmesekte, gördüğümüzde tanıyoruz onu. Ağaçların dalları üzerine yerleşen, yerleştiği ağaçtan su ve mineralleri emen ve bu sayede yaşamını sürdüren yarı parazit bir bitkidir Ökse Otu. Konağına zarar veren, kendine yarar sağlayan fırsatçı ve çıkarcı bir misafir.

Yaşamımız boyunca hayatımıza hep iyi insanlar çıkmaz. Bazen kötüleriylede kesişir yolumuz. Hayatımıza giren her insan bir emek, bir fırsattır bizim için. Bu uzun yolda bize birer yoldaş. Abdurrahim Karakoç’un da dediği gibi; “Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.” Kimimiz için yol çok uzun, kimimiz içinse yol çok kısa. Kimimiz yorgun, kimimiz kırgın, kimimiz yenik. Ve hepimiz için tek bir ortak nokta var: Her şey için zaman çok kısa . Rahmetli Başkan Muhsin Yazıcıoğlu Dostla Güzel şiirinde; “Bir konaklık zaman dünya insana” derken sanki zamanın kısalığını anlatır bizlere.

Ve devam eder Başkan Muhsin Yazıcoğlu şiirinde;

“Dem o demdir ki laflarla güzeldir,

Menzil uzak olmaz insana,

Yolculuk yanında dostla güzeldir.” der.

Kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız çok büyük değil şu küçücük dünyada. Çölde bir kum, deryada bir su damlası değil. Hal vaziyet böyle iken bizler ise ihtiraslarımızda boğulup kaldık. Onca yalana aldandık. Özümüzü unuttuk, hayale daldık. Acılarla hemdem olduk. Her şeye akıl sır erdirmeye çalıştık. Ne mi olduk?

YORULDUK.

Ne diyordu şarkıda “ İnsan eli bilirsin zalimdir nasıl hırpalar.”

Yanımızdakinden, yöremizden sille yedik durduk. Bir tatlı selama, hoş sedaya hasret kaldık. Bir insanın ölmesi sayılı nefesinin tükenmesi değil. Hatırlanmaması. Biz ne kendimizi özümüzü hatırlar olduk, ne yakınımızdakini. Hepimiz ölüyüz. Kıyametini bekleyen dünya artık gezen ruhlara, boş bedenlere mezar.

Ama genede inadına insanın, Nemrud’un ateşine su taşıyan karınca misali bildiği yolda yürüyesi geliyor. Varsın hayatınız bir zindan olsun. Bildiğinizden, doğrunuzdan vazgeçmeyin. İsteyin, korkmayın. Teslim olmayın. Yüreğinizdeki sancıya kulak vermeyin. Yaralarınıza tuz basıp yola devam edin. “Sel gider, kum kalır.” diyor ya Rahmetli Başkan Muhsin Yazıcıoğlu. Bugün için umudunuz diri, yarın için gücünüz, yüzünüzü kızartacak ayıbınız olmasın. Gerisi Allah kerim, Hak bâki. Düştüğünüz topraktan, yemyeşil bir dal fidan olur doğrulursunuz. Ümidiniz, neşeniz suyunuz olur. Nefesiniz aşınız olur. Dertlenmeyin. Üzülmeyin. Sabredin.

Unutmayız ki vakti geldiğinde gönlümüzdeki bize verilir, ve gönlümüz hoşnut kılınır. Sağlıcakla kalın, varolun ey ehl-i dünya. Sağlıcakla…

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

SANCI

“Gör ki neler geldi o garip başa.”

Burası dünya. Daha önce konuşmuştuk ya Yolum Uzun yazımda. Burası dünya. Ve her şey zottı ile anlam buluyor burada. İnsanız. Beşeriz. Aciziz. Şaşarız. Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini anlamayız. Yaşlılık gelmeden gençliğin, vakit gelmeden zamanın. Her şeyi ziyan ederiz. Çünkü biz beşeriz. Çünkü insanız. Yaşamımız boyunca derin bir sancıdayız. Anlam sancısında. Her şeye bir anlam bulmanın kaygısında. Halbuki ne gerek var bu arayışa? Bu yorumalarımız niye? Doğum olduğunda seviniriz, ölüm olduğunda ağlarız. Neden? Emaneti teslim alan emanetçi, neden emanetini teslim edince üzülür insan? Kaygısı nedendir?

Niye midir? Çünkü bir şeyleri hakkı ile yapmamışızdır. Beyhude işlerle yorulmuştur gönlünüz. Kalp kırmış, ah almışızdır. Yanılmışızdır. Motiflermiz birbirine aykırı düşmüştürhayat defterinin yaprağında. Yapmam dediklerimizi yapmış, yutmam dediklerimizi yutmuş, dönmem dediğimiz sözden dönmüşüzdür. Gölgemiz boyumuzu, haddimiz hududu aşmış; heybemiz hatalarla dolmuş taşmıştır. Ömür elden gitmiş, geriye pişmanlık kalmıştır. Söylenmeyenler, yaşanmayanlar boğazımızda bir yumru olarak oturmuş kalmıştır.

Hepimizin muhayyilesi on numara bol yıldızlı çok güzel bir hayat. Hayat güzel olacakta, insanlr çabasız kör gönülleri ile mi kalacak bu dünyada. Bu akşam bir cümleye rastladım. Şöyle diyordu: “ insan ya acılarını unutmasını ya da kendi mezarını kazmasını bilmeli.” Eskilerin sözü ile de denk düşüyordu. Ya bu deveyi güdecektik, ya da bu diyardan gidecektik. Tercih tamamen bizimdi. Doğru mu olacaktık, eğri mi ?

Doğru mu olur einsan eğri mi bilemem ama, tek bildiğim bu yolu yürümesini bilmeli insan. Yürüdüğü yoldaki taşı bilmeli. Düştüğünde doğrulmalı. Umut etmeli nefesi var oldukça. Kırıp dökmemeli. Kırdığında tamir etmeli. Adım ettığı eşiği iyi seçmeli. Suçunuda sorumluluk yükünü de sahiplenmeli. Yara sarıp, yarasını sarmalayabilmeli. Kaseti başa sarmalı. Geçmiş olsun demekle yetinmemeli. Sabrını taşırmadan düğümlerini çözmeli. Çöp değil, tatlı hatıralar biriktirmeli takvim yapraklarında. Başı dimdik yürüdüğü yolda özüne sadık kalmalı.

Velhasılıkelam, özü olan toprak gibi olmalı insan. Bu dünyada ahı kalmadan, ömür aynasına kem bakıp kırmadan; zor günlerde susuz kalan toprak gibi kuruyup, taş gibi dirayetli olmalı. Güzellikle kavuşunca, suyla buluşan toprağın bereketinden feyz almalı. Sağlıcakla kalın, varolun ey ehl-i dünya. Sağlıcakla…🌿

Yazı kategorisi: Güncel, Genel, OKU, İnsan

NEFES

Dünya bir ateş topu. Bizler ise o ateş topunun içinde birer kıvılcım. Kimimiz harlıyoruz o ateşi, kiminiz ise bir esintiye kapılıp ayrılıyoruz ayeşin gövdesinden. Kiminiz büyütüyoruz o ateşi, kimimiz ise ufaltıyoruz. Ama her zaman, hepimiz şunu unutuyoruz. Ne kadar büyütsek de ateşi, bir gün odunumuz bitecek. O ateş sönecek. Ve o ateşten küller kalacak sadece geriye…

İnsan da böyledir işte. Sevgisiyle,öfkesiyle, inançlarıyla, hırslarıyla, istekleri ile büyür. Ya da tam tersi gelir başına, küçülür gider. “Azı karar, çoğu zarar.” demiş ya atalarımız. Hayat tam olarak budur işte. Her şeyin fazlası zarar. Sevginin de, öfkenin de, hırsın da,isteklernde. İnsan bir yerde durmayı bilmeli. Bir soluk alıp, bir es vermeli. Dinlenmeli. Ruhunu dinlemeli. Ben köy çocuğuyum. Toprak neden nadasa bırakılır bilir misiniz? İçindeki nemi tutsun, bünyesindeki besin değerini arttırsın, yabani otları kurusun diye. Tam anlamıyla bir nefes alsın, arınsın ki bir sonraki seneye sürgün daha iyi yetişsin diye.

İnsan zihnininde bir arınmaya, ruhunu dinlemeye, bir soluk almaya ihtiyacı vardır. Olumsuzlukları kenara bırakıp, heybesine güzellikleri sırtlanıp yola düşüp yürümeye ihtiyacı vardır. Dünün yası düne, yeni günün umudu bugüne kalmalıdır. Saksısını kökleriyle dolduran çiçeğin yeni bir toprağa ihtiyacı olduğu gibi, keder ve elemle dolup taşan çorak gönüllerimizin de yeniden yeşermesi gerek. Umudumuzun diri kalması, neşemizin artması gerek. Aşırıya kaçmadan ölçülü olmamız gerek. Saygılı olmamaız gerek. Kıymet ve emek vermeyi bilmemiz gerek. Dünyalık heveslerden, geçici olan her şeyden arınmak gerek. Her şeyin özünü görmek gerek. Saf olmak gerek. Saf olanı arayıp bulmak gerek…

Bu dünyaya geldik bir kere. Ölüm hak. Yaşamımız ise gelip geçici. Nefesimiz, adımlarımız hep sayılı. Zaman eskimeye mahkum. Bugün ise yarına gebe. Evren boşluksuz. Gelin su gibi akıp giden ömrünüzdeki güzellikleri görün. Benliğinizi görün. Sizi seven size kıymet veren sevdiklerinizi görün. Sevginizi görün. Merhametinize, vicdanınıza dönün. Umut tohumlarınızı, neşenizi paylaşın. Kederinizi bölüşün, azaltın. Her günü zindana değil, bayram günlerine çevirin. Neşenizi paylaşın, çoğaltın. Asık suratlarınızı tedavülden kaldırın. Yerine tatlı dilinizi, gülüşünüzü, hoş sohbetinizi koyun. Elemi, kederi, üzüntüyü kendinize yasak edin. Sevinci dost edinin. Velhasıl-ı kelam, birbirinizin zamansız yağmuru olun dostlar. Sağlıcakla kalın…

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

YOLUM UZUN

Hava soğuk. Dışarıda kar usul usul döşüyor toprağın motifli döşeğini. Her tane birer anlam getiriyor yeryüzüne. Nakış nakış işliyor içimize. Onu taşıyan bembeyaz bulutlara olan ahde vefasıdır sanki bu kar tanelerinin. Vefa. Ne güzel bir nida ile işler kulağımıza. Vefa kelimesi , Arapçadan ‘’wafa’’ kökünden gelir. Sözünde durma, borcuna sadık olma anlamlarını barındırır bünyesinde. Vefat kelimesi düşer peşine aklıma. Vefat hepimizin bildiği anlamı ile ölümdür. Vefat ,istikametimizin heybemize konulan nefesler olduğu bu dünyada, müstakim olduğumuz hayat yolculuğunda sözümüzü tutmamız,borcumuzu ödememizdir.

Borcumuz,vefamız nedir ? Bir anadan dünyaya geldik. Bu dünyadaki en büyük gayemiz o ananın evladı olabilmek. Neşet Ertaş ustanın dediği gibi ‘’Analar insandır. Bizler ise insanoğlu”. Görevimiz anamıza,örfümüze,anneannemize borcumuzu ödeyebilmek. Nankör olmamaktır. Nankör kelimesi Farsça’dan gelir. Nân ‘’ekmek’’, kûr ‘’görmez’’ sözcüklerinin bileşimidir. Ekmeğini tanımayandır nankör. Özüne aslına ihanet edendir. Saygısını sevgisini yitirendir.

Her şeyin zıttı ile anlam bulduğu bu dünya hem nanköre hem de vefalıya yuvadır. Ne demiştik Yolcu yazımızda. Özümüz toprak. Ve bizler vefatımızla o toprağa dönüyoruz. Önemli olan emaneti ziyan etmemek. Aslımızı ,neslimizi bilmek. Ahmed Arif ‘’ Bir gönül inceliğidir, insana değerli olduğunu hissettirmek.’’ der dizelerinde. Önce kendimize sonra etrafımızdakilere kıymet vermek. Sevip saymak, hor görmemek bizim borcumuz. Bugünümüzü biliyoruz, peki yarınımızı? Bunun cevabını bir ağıdın dizeleri ile vereyim size. ‘’Aman dayımoğlu yaram derindir, Sağ olur kalkarsam Mevla Kerimdir.’’ Yarınızın garantisi yok. Heybenizde yarınlık nefesiniz var mı? Haberiniz yok. Neyden haberimiz var aa dostlar. Akıp giden ömrümüzden, zamandan haberimiz var.

Gücendiğimiz şeyler çok, kırılan dalımız budağımız da .Kırıldığınız yerleri yeniden aşılayın iyilikle, sevgiyle ve güzellikle. Kırıldığınız gücendiğiniz yaraları onarın ama dersinizi de çıkarın. Eskisi gibi olmayın. Eskisinden daha sağlam ve seciyeli biri olarak atın adımlarınızı. Sağıra sözünüzü, köre yüzünüzü süsleyip yorulmayın. Yarım kalan ne varsa söküp atın içinizden. Nankörün vefasızın yasını tutmayın. Sözüm o ki aşamayacağı yolu olmayana,bahanesiolmayana, kıymet veren gönüllere verin meylinizi. Anlaşmaya gönlü olana verin. Yolunuzdaki taşı, dikeni gülü bir tutmayın. Demiştik ya yüzünüzdeki bir gülümsemeyi, sesinizdeki neşeyi ekmeği bilen, onunla gönlünü doyuran insanları sevin diye. Gönlünüzdeki bahar çiçeklerini don vurmasın. Takvim yapraklarınız hatıra dolsun. Yolunuz bahtınız hep açık, sağlığınız mutluluğunuz daim olsun.

Unutmayın, vakti geldiğinde rabbiniz gönlünüzdeki size verecek ve sizi hoşnut kılacaktır. Sağlıcakla kalın. Vesselam.

Yazı kategorisi: Güncel, OKU, İnsan

YOLCU

‘’Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz, Dünya senin vatanın mı yurdun mu?’’

Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ a selam olsun.

Türk halk müziği Abdallık geleneğinin son temsilcilerindendir Neşet Ertaş. Halk ozanıdır. Ozan kelimesinin temeli Moğolca’ya dayanır. Ozan kelimesi Moğolcada ‘’çok konuşan kimse’’ anlamı taşırken, günümüzde ‘’ Halk şairi ‘’ anlamına gelir. Hece veznini kullanarak şiir yazan ozanlar(aşık) , usta –çırak ilişkisine bağlı olarak yetişirler ve özelliklerini, yaşadıkları çevreden alırlar. 1989-1991 de Halk Ozanları Federasyonu tarafından dünyanın 3 büyük ozanı arasında gösterilen Mahzuni Şerif; bu dünyayı görmeyen, kainatı kavrayan Aşık Veysel, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş ve ismini zikretmediğimiz nice ozanımız. Özümüz, töremiz, örfümüz. Halk şairlerimiz. İçimizi en iyi bilenler. Derdimizin, gözyaşımızın, gülüşlerimizin bir olduğu ustalar.

Bir bakıyorum ki bu ustaların türkülerindeki dizelere. Ne mi görüyorum? Biz örfümüzü unutmuşuz, töremizi yaşatamamışız. Kavlimize ihanet, öğütlerini ise kulak arkası etmişiz. Okuyanların zihni bulanacak. Ne anlattı şimdi bizlere diyecek belki de birçoğunuz. Ama aklım anlatamadıklarım da. Aklım dillendiremediklerimde. Masam da yanan mumların şahit olduğu, çaresiz kalemimden kağıtlara dökemediklerimde. Kaybettiğimiz değerlerimizde. Boğulup gittiğimiz ihtirasımızda. Kıskançlıklarımızda, kavgalarımızda. Hepiniz her gün belki televizyon izliyorsunuz, belki gazete okuyorsunuz, hiç olmasa telefonunuza düşen bir bildirime bakıyorsunuz. Gelen haberler de hep aynı şeyi görüyor, okuyor ya da izliyorsunuz. Yiten insanlığımızı okuyor, yiten insanlığımızı izliyor ve görüyorsunuz.

‘’Bir anadan dünyaya gelen yolcu, görünce dünyaya gönül verdin mi? ‘’ diyor ya Neşet ERTAŞ. Hepimiz dünya yolcusuyuz. Aslında Aşık Mahzuni Şerif’in bahsettiği yoldaki yabancılarda biziz. Biz dünya ya insan olmak için geldik.İnandığımız yolda dosdoğru yürümek için, emanetimizi yüklenip, vademizi doldurmaya geldik. Hak yolunda yürümek, doğruyu bilmek, doğruyu saymak ve doğruyu savunmak için geldik. Gönül verdik vermesine de nice kötüye meyletti gönlümüz. Yanlışa meyletti. Yanlışa gönül verdi. Dillerimiz sustu. Sesimiz çıkmaz oldu. Hatırlanmadığın da ölü sayılırmış değerler. Kıymetsizleştikçe ölürmüş. Layığında olmayan her şey ziyan olurmuş. Can da, inci mercanda. Hatıralarımızı yoksaydık, ziyan oldu tüm değerlerimiz. Yapraklarımız döküldü dallarından. Baharımız ise güze döndü bizim.

‘’ Analar insandır, bizler insanoğlu’’ diyor büyük usta. Her gün bir anne ölüyor. Her gün bir insan ölüyor. İnsanlığımız ölüyor. O anaların evlatları, insanoğlu ölüyor. Minicik ay yüzlü yavruları, taze bahar çiçeklerini en yakınları ayakları altında çiğniyor. Bir haber 45 saniye, acımız 45 saniye. Duyduk duymadık demeyin a dostlar! İnsanoğlu kendini öldürdü. Özünü, aslını, neslini öldürdü. Toprağı bol olsun. Toprak oluyoruz. Özümüz toprak çünkü ona dönüyoruz. Ne mutlu o emanetini ziyan etmeden toprağa dönenlere. Ne mutlu o aslını ve neslini unutmayana.

Sayın, sevin ey insanoğlu. Anlaşmaya gönlü olanın, yapamayacağı ne olabilir ki. Aşamayacağı ne yol olabilir. Hangi bahanesi olabilir. Bir tatlı söz, ufacık tebessüm neyi çözmez ki. Sizi kırmaya kıyamayan, yüzünüzdeki bir gülümsemeyi, sesinizdeki neşeyi ekmeği bilen, onunla gönlünü doyuran insanları sevin. Gönlünde bahar zenginliği ile kapınıza gelenleri geri çevirmeyin. Yolunuzdaki dikeni taşı sizle göğüsleyeni sevin. Sevemiyorsanız da sayın. Sizin için yaptıklarını sayın. Değer verin. Bugün varız yarına hak kerim. Bilmiyorsunuz saatlerinizi. Vadeniz sizi ne zaman bulur, emanetçi emanetini ne zaman ister bilinmez. Haklar o büyük güne kalmadan tatlılık ile, neşe ile, sevgi ve saygı ile geçirin günlerinizi. Çöp değil, hatıra yüklü olsun her takvim yaprağınız. Yolunuz güzelliğe çıksın. Kalpleriniz kör olmasın. Sağlıcakla kalın.

Yazı kategorisi: OKU, İnsan

KÜÇÜK SANDIK

Hepimiz nostaljiyi severiz. Gelin hep birlikte hem maziye hem de özümüze bir yolculuk yapalım. Aramızda 80’li ve 90’lı yıllara şahit olanlarımız varsa şayet, iyi bilirler: Kaset ve Kasetçalarları. Günümüzde kitaplarımızı nasıl özenle diziyorsak o zamanlar da kasetler inci misal dizilirdi raflara. Orijinali ‘’Casette’’ olan Kaset kelimesi; Fransızcadan İngilizceye geçen ‘’Küçük Sandık’’ anlamına gelen kelimedir. Türkiye’nin ilk resmi kaseti, 1970 yılında çıkmıştır mesela.’’Türkraks’’

Kasetler. Küçük sandıklar. Tıpkı insanların yürekleri ve zihinleri gibi. Yüreğimiz ve zihnimizde aslında kilitli birer sandıktır. Yaşanmışlıkları hapsettiğimiz kör bir hapishane. Geçmişimizi doldurduğumuz kilitli küçük sandıklar. Peki ne doldururuz bu kilitli sandıklara? Sadece güzel anılarımızı mı? Neşeli günlerimizi mi? Elbette hayır. Yaşayış yazımda da dediğim gibi, yaşam doğumla ölüm arasında ince bir çizgidir. Sonsuzluğa uzanmayan üzerinde yürüdüğümüz bir beyaz çizgidir. Hayat yoldur. Yaş aldığımız, deneyim kazandığımız bir yol. Toprağı bol olsun, Rahmetli Başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dediği gibi ‘’Bir konaklık zaman, dünya insana’’.Bu konakta, bu yolda bizi etkileyen; sırtımızdaki küfeye, zihnimizdeki ve yüreğimizdeki o kilitli küçük sandıklara derdimizi, neşemizi, umudumuzu hayal kırıklıklarımızı doldururuz. Bu doldurduklarımız bizi şekillendirir. Bakışlarımızı, yaşantımızı, hal ve tavırlarımızı, olaylara yaklaşımlarımızı etkiler.

Psikolojide ‘’Şema kavramı ‘’vardır. Şemalar etraftan alınan bilgiyi anlamlandırmada kalıp görevi görür. Bu şemalar yürüdüğümüz o beyaz çizgide ömrümüzce gelişir. İnsanlar ile olan ilişkilerimizi, davranışlarımızı, tutumlarımızı belirler. Bir nevi keskin kurallarımız, sert ve köşeli yanlarımız desek yanlış olmaz. Bu şemalar biz kendimizi değiştirmedikçe süre gider durur. Yakamıza yapışan, omzumuza yüklediğimiz,değer yargılarımız haline getirdiğimiz olumsuz olaylar ile edindiğimiz o şemalar, omuzlarımızda gitgide ağırlaşır. Belimizi büker ve hayatımızda bir kambur oluşturur. Atlayamaz mıyız o kamburu? Aşamaz mıyız engellerimizi? Aşarız elbet. Zor mudur düştüğümüz yerden doğrulmak? Zor değildir. Kafayı dik tutmak zor değildir. Biriktirdiğimiz gibi o şemalardan arınmak da bizlerin elindedir.

Öncelikle kendi alanlarınızı oluşturun ve iletişim yönünüzü kuvvetlendirin. Kendinizi ifade edin. Potansiyelinizin ve gücünüzün farkında olun. Yaş aldıkça, yaşadıkça; bir elmas gibi işlendikçe güzelleşeceğinizin farkına varın. Dengeli bir hayat oluşturun. Yeri geldiğinde bırakın, cesur olun. Vazgeçin, olmayanları geride bırakıp; kendinize yeni bahçeler yaratın. Ama bunları yaparken korkmayın. Değer yargılarınızı, çizginizi belirleyip yola koyulun. Olmadığında sabredin, gücünüzü toplayın.

Unutmayın bazen kaset sarar ve kasetin bandı içinden çıkar. Kaseti tekrar sardığınızda her şey normale döner. Kaldığımız yerden devam ederiz. Tüm mesele, kasetlerimizi başa sarmakta gizli. Kalemleri hazır edin sevgili okurlar. Başa sarıyoruz. Yeniden yazıp çiziyoruz. Sağlıcakla.