“Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum!
Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda!
Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında! “ diyor Erdem BAYAZIT…
Yıllar önce bu topraklara atılan bir tohummuşum. Toprak altında gizlenmişim bir müddet. Yavaş yavaş, zaman aktıkça; suyuma toprağıma doydukça; kabuğumu çatlaşmışım. Boy vermeye koyulmuş yolum. Sevdalı deli başımı, bu sefer göğe güneşe çevirmişim. Yavaş yavaş yeşerip, boy vermeye başladığım; vurgun olduğum göğün güneşin yanısıra; karanlıktan, mahzenimden sıyrılıp geldiğim bu dünyada; rüzgarın, soğuğun da varlığını öğrenmişim, ayazında.
Dal verip, kök salarken yurdum sandığım bu dünyada, gün gelmiş cemreye gülmüş, çiçek açmış; gün gelmiş hazana ağlamış, yaprağımı dökmüşüm. Şimdi neresindeyim bu yolun diye çok düşünürüm. Ne kadar yol geldim, ne kadar yolum var. Bilemiyorum.
Ben bir buğday tanesi olsam, sapa yeni kalktığım bir vakitteyim derdim kendime. Yapraklarımın iyice dikleştiği, boynuma düğümlerin yerleşmeye başladığı, son yaprağımın yakacığının belirdiği bir vakitteyim; ufaktan başaklarım doğuyor derdim.Ufak ufak döşediğim motiflerimle, öğretilerimle yeni yeni ağırlaşıyor, doluyorum derdim.
Halı-kilim dokumayı, örgü örmeyi, işleme yapmayı annemden öğrendim 6 yaşında.Yavaş yavaş öğretirdi. Sabırla. Yapamayınca kızmazdı. Söker tekrar yaptırırdı. Kızardım “Olmuyor.” derdim. “Olur, bir olmaz, iki olmaz. Yapa boza olacak.” derdi. Aslında o ayağa kalkmaya çalışan başağa, bir yandan destek oluyormuş annem. Derinlerde bir yerde dolduruyormuş. Her motifle bir mutluluk, her motifle bir acıyı yüklüyormuş bünyesine.
Erdem Beyazıt Biraz Yorgunum şiirinde;
“Hiç bilmiyorum! Hayat taviz vermediği hızı ve kavgasıyla akıp gidiyor!” diyor ya. Zaman akıp giderken; takvimler dönerken; heybemize aldığımız her güzel gün, her güzel insan bizlere kâr iken; bu boşvermişliği nedendir İNSANOĞLUNUN?
Sağlıcakla kalın, var olun ey ehl-i 🌍. Sağlıcakla…